Yaşadıkça heybemizde hatıralar birikir ve onlarla tutunuruz hayata. Cümlelere, satırlara, kitaplara sığmasa da anlatırken, hepsi hepsi akşamlı bir gündür dünyada yaşadığımız.

Bir öğle vakti, üzerimizde ince elbiselerle geziniyorken, birdenbire yaz yağmuruna tutulmak ve bir yandan ıslanırken bir yandan evimizde açık bıraktığımız pencereleri hatırlamak gibidir yirmili yaşları geride bırakmak. Şaşırır kalırız, başımızda bir ikindi uykusu mahmurluğu. Yağmurun, şiirlerin, şarkıların ve hayallerin bittiği yerden adım atarız otuzlu yaşlara.

* * *

“Hüseyinim geçiyor gençlik çağları..”

Eğer sık sık zamanın ne de çabuk geçtiğini düşünüyor ve günlerin, hatta haftaların gerisinde kaldığınız oluyorsa… etrafınıza baktığınızda kendinizi arada bir de olsa yanlış istasyonda inmiş gibi hissediyorsanız… ve çocukluğunuz siyah bir okul önlüğüyle ya da siyah beyaz fotoğraflardan çıkmış bir hayal ile görünüp kayboluyorsa… gayri ihtiyari bakışlarınızın daldığı boşlukta, muhtemelen otuzlu yaşların ortasındasınızdır.

Ki otuzlu yaşların ortasında olmak, ömrün ortalarında bir yerlerde olmak demektir biraz da. Ömrün ortasında olmaksa kapıların önünde kalakalmaktır ve siz onlardan uzaklaştıkça küçüleceği yerde daha da büyümesidir kalbinizde, çocukluğunuzun gençliğinizin. Hatıralar sizi habire geriye, önceden geçtiğiniz odalara sürüklerken, önünüzdeki meçhulü düşünmek yorar ruhunuzu. Yolunu unutan göçmen kuşlar gibi şaşırır kalırsınız boşlukta bir süre.

Eski yıllara ait sayfaları yırtılmamış takvimler birikir çekmecelerinizde. Bayramlar hep üç beş hafta ara ile birbirini kovalar. Sanki bir kasıt vardır ramazanların, bayramların çocukluğunuzda yaşadığınız mevsimlere denk gelmesinde. Mülayim bayram çocuklarına elinizi öptürmeye alışamazsınız bir zaman, haşarı bir çocuktur, inmez yakanızdan çocukluğunuz.

Artık büyüklerin dizinin dibinde olanca ciddiyetle ve merakla onları dinleyen uslu çocuk ya da uysal genç değilsinizdir. Uğradığınız her mecliste biraz daha ortalarda yer açarlar oturmanız için. Her muhabbette sık sık bizim zamanımızda diye başlayan cümleler kurmaya başlamışısınızdır da farkına varmazsınız çoğu zaman.
Baktığınız her yerde renkler alabildiğine koyulaşır usul usul, sonra ayırt edilemeyecek kadar karışır birbirine ve yalnız kış mevsiminde değil, her mevsim günler kısadır artık, akşamlar serin…

Hayatta nelerin sahibi olmuşsanız olun, ailesine kötü karne götüren çocuklar gibi mahzunsunuzdur akşam vakitlerinde evinize doğru yürürken. Çocukluğunuz gençliğinize sitem eder, gençliğiniz ihtimallerle ve keşkelerle hırpalar kalbinizi. Bir çocuk amca diye bağırır ardınızdan, ayağınıza doğru yuvarlanan lastik topu işaret ederek; duyar ama görmezsiniz.

Bazen bir mağaza vitrininin önünden geçerken, bazen aheste adımlarla bir merdiveni çıkarken, epeyidir görüşemediğiniz bir tanıdığa rastlar gibi birdenbire karşılaşırsınız kendinizle. Ama onunla göz göze gelmekten korkarsınız kalabalıklarda. Bakamazsınız, çiğ düşmüş bahçeler gibidir yüzünüz, saçlarınız.

Önce veda etmeyi öğrenirsiniz, ardından kaybetmeyi. Veda edemediğiniz her şeyi bir gün kaybedeceğinizi otuzlu yaşlar öğretir size. Ne kadar sıkı tutarsanız tutun, elinizdekiler, kalbinizdekiler birer birer karanlığa yuvarlanır. Kimse anlamaz içinizde yaşadığınız kıyameti.

Cam arkasından, bir başkasını seyrediyor gibi seyredersiniz kendinizi, kaybettiklerinizi. Yorulmak nafiledir, telaş etmek nafile.

Nihayet ömrünün en uzun koşusundan dönen atlar gibi yorgun düştüğünüzde düşünmekten, kaybetmekten; elimden gelen ancak buydu tesellisi teslim alır zihninizi. Uyumak ve üç yüz yıl sonrasına uyanmak istersiniz.
Ceplerinizde çocukluğunuzdan beri sakladığınız elmasların aslında birer cam parçası olduğunu bu yaşlarda öğrenirsiniz. Geriye dönebilmek için ardınızda bıraktığınız ekmek kırıntılarını çoktan kuşların bitirdiğini, karanlıkta yapayalnız kalıp da geriye dönmek istediğinizde fark edersiniz. Duvarlarda asılı tablolar kadar uzaktır geride bıraktığınız tüm güzellikler. Ne eskisini unutabilirsiniz, ne doğrusunu ezberleyebilirsiniz. Yanlış ezberlenmiş şiirler gibidir geleceğe dair düşlediğiniz her şey.

Yudumladığınız çayın en güzel yerinde bardağınızın ellerinizde parçalanmasıdır otuzlarda yaşamak.

* * *

“Uzakta kalan bahçeler”

Kış güneşi mutluluklar da vardır elbette otuzlu yaşlarda size bahşedilen. Isıtmasa da gönlünüzü ışıtan avutan… Eş, baba, amca, dayı gibi aydınlık renkte pek çok elbiseniz olur önceleri yabancıladığınız, fakat sonraları üzerinizde güzel durduğunu düşündüğünüz. Hepsi başka bir dünyaya götürür, başka kapılardan çağırır sizi hayata. Yüzünüzde pek iğreti duran tebessümleri etrafınızdakilerin yüzünde seyretmek, söyleyemediğiniz şarkıları onların sesinden dinlemek istersiniz.

Karanlık bir gecede yakın bir yıldıza tutunarak iz sürmek gibidir çocuğunuzla el ele yürümek bir caddede. Tanımadığınız bir çocuğun ardınızdan amca diye seslenmesi ne kadar titretirse kalbinizi, henüz çoğu kelimenin acemisi çocuğunuzun karşıdan baba diyerek seslenmesi, yaşayamadığınızı düşündüğünüz fani sevinçlerin tümünün kefareti gibi yeşertir içinizi. Dört harfli o sesleniş kırk yıl yeter sizi sarhoş etmek için her
kulağınızda çınladığında.

Her geride bıraktığınız yıl etrafınızda yeni yüzler, ışıltılı gözler görürsünüz. Mevsimler durmadan dönse de, yalnız bir mevsimdir sizin yaşadığınız. Dünya her zaman çiçeğe durmuş bir bahçedir de yalnız sizin yapraklarınız sarıya çalmaya başlamıştır. Gün gelir, sadece küçük kuşların yuva kurduğu dallarınız yeşil kalır. Kış güneşi ışıtsa da ısıtmaz bahçenizi.

* * *

“Uslan ey dil uslan artık ihtiyar olmaktasın..”

Sadece yağmurlar şiirler şarkılar ve hayaller değildir otuz yaşımıza adım attığımızda geride kalan. Masallar da biter, hepsinin aslında masal olduğunu öğrendiğimizde. İçinde sürüklendiğimiz ırmak soğumaya başlar. Biz sürüklenirken nefes nefese yanımızda koşan gölgenin gençliğimiz olduğunu onu çok gerilerde bıraktıktan sonra anlarız.
Yaşadıkça heybemizde hatıralar birikir ve onlarla tutunuruz hayata. Cümlelere, satırlara, kitaplara sığmasa da anlatırken, hepsi hepsi akşamlı bir gündür dünyada yaşadığımız.

Gittin..sevginin günışığını kaybettiğimde, gözlerim hala ışığının yansımasıyla siyah görüordu etrafı.. hayal kırıklıkları kol geziordu dört bir yanımda, kördüm.. senin sevdanın hayaliyle sarhoştum, biçareydim.. sen ulaşılmazdın ya, uzaktaydın ya ne kadar damarlarımda dolaşsa da sevgin, körpeydi ruhum, arkandan bakakalmış bir çift ağlayan göz bırakmıştın giderken…. olur diyordum.. ne olacak ki.. ne kadar kötü olabilir sonu?.. biz sevdikten sonra birbirimizi.. ama dedim ya kördüm.. çaresiz kaldıımı görmüordum..

Neden sonra sonra anlamaya başladım.. gittin.. beni bana bırakıp.. bu koca şehre terkedip bittin.. bu bitiş diğerleri gibi diildi.. bu sefer giderken sevgimi de bitirip gittin.. bu gidiş başkaydı.. bu gidiş tam bi bitişti, yüreğimdeki savaşın sonu, eski benliğime, belleğime geri dönüşün başlangıcıydı.. ama acıydı..

Halbuki hiç istememiştim gitmeni, bitmeni.. yanıldıım nokta da bu diil miydi zaten.. seni sonsuzluk gibi görmem..sevgime bu kadar güveniodum işte.. hiç bu kadar emin olmamıştım birini sevmekten ve hiç bi kuvvet engelleyememişti uzakta da olsa sevgini hissetmekten..

Yalan olamayacak kadar gerçektin bende.. Hiç anlayamadın ki bendeki seni.. Bendeki yüceliini bilemeden bittin.. Ama biterken beni de bitirdin sende.. ne bir damla ben kaldı sende, ne de bir fiske sen damlayabildin artık yüreğime..

Gittt.. Bittt..Ama unutma hiçbir iz kalkamaz değil yürekten!

Çok sonraları kalp göze diyecektir ki, “Ben bu onulmaz derde iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim. Nimet senin, zahmet benim oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum. Bakışlarını arttırdıkça sen, dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben. Sen emirlere itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan. Sen emir ben esir. Sonra devam eder:

- Ey göz! Sen ikisin ben birim. İki kişinin bir ferde saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?… Şimdi ağla o halde; etiğin zulmün cezasını çek bakalım.

Göz buna karşılık ayet-i kerime ile cevap verir: “Gerçek şu ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur” (Hacc 46)

Göz görünce bir kez geriye ne kalır?